menu

Şarlo İstanbul'da! (Bölüm:3)

Yazan: Oğuz Eren
Yayın Tarihi: April 21, 2010 17:28

6

“Her şeyin bir sonu vardır” derler, nihayet Şarlo’nun bu kadar ateşin soran intizar ve iştiyakı da son dakikasına erdi. (Barselon)da başka bir vapura aktarma olduktan sonra her dakika sevgilisine yetişmek arzu ve iştiyakı içinde çırpına çırpına güzel bir hava ve sakin bir denizle Çanakkale’ye yirmi dört saat sonra da İstanbul’a, Haydarpaşa önüne geldi. Şarlo şimdiye kadar görmediği.. hülyalarında, rüyalarında bile tasavvur etmediği İstanbul’u uzaktan daha görür görmez meftun olmuştu. Marmara sahillerinde çılgın ve şuh deniz köpüklerinden teksir etmiş gibi bembeyaz olan bu şark şehri ince kibar minareleri yemyeşil serviler ile insanların yeryüzünde yapabileceği en ilahi bir manzara arz ediyordu. Şarlo nişanlısına taalluk etmeyen hülyalara hayatlara pek az iltifat ettiği halde bu manzara karşısında gusi olarak saatlerce kaldı.

Bu zaman zarfında vapur Haydarpaşa önünde demirlemiş, İngiliz kontrol memurları gemiye dolmuştu. Şarlo pasaportunu esvali dairesinde vize ettirdiği için nişanlısının maruz kaldığı müşkülata uğramadı. Birkaç saat sonra Galata gümrük salonunda şehre dahil oluyordu. Üstad (Nik Partr) ın kendisine burada yapılacak bir vazife tevdi ettiği umurunda bile değildi. Şimdi her şeyden evvel nişanlısını düşünüyordu. Biraz da kalenderliğe tabi olarak Galata’da ilk tesadüf ettiği otele indi. Eşyalarını teslim edip odasını temin ettikten sonra hemen dışarı fırladı, sora sora Amerika sefarethanesini oradan da Amerika konsoloshanesini buldu. Mis (Rod) muhakkak oraya uğramış, adresini bırakmış olduğunu tahmin ediyor ve bu suretle derhal nişanlısını bulmayı ümit ediyordu.. Halbuki malum olduğu vechile Mis (Rod) her türlü tahmin hilafına olarak konsolata uğrayacak vakit bulamamış, sadece vurudundan sefarethaneyi haberdar etmekle iktifa etmişti.

Şarlo bütün bir ümit ve şetaretle konsoloshane merdivenlerini tırmandı kendisini karşılayıp ne istediğini soran bir hademeye :

- Konsolos hazretlerini görüp bir malumat istihsal etmek istiyorum. Amerika zabıta-i hususiye memurlarindan (Şarlo)yum, Konsolos hazretlerine haber veriniz.

İki dakika sonra, (Şarlo) bir salona ve müteakıben de konsolosun huzuruna idhal olunuyordu. Ta dip tarafta geniş bir masa ve masanın önünde de başı açık bir şahıs bulunuyordu. (Nik Partr) ın muavini kendisine mahsus o laubali ve lakayd tavır ile bu zata doğru ilerledi. Amerika’da bile fazla telakki edilen müstehzi bir eda ile :

- Konsolos hazretleri, muvacehenizdeki şahs-ı ma’rufu alem (Nik Partr) ın baş muavinidir, diye başladı, üstadımdan telakki ettiğim emir üzerine bir haydudu tevkif etmek için Türkiye’ye geldim. Fakat buna hususi bir temenni ilave etmek isterim, müsaade ederseniz ?

Konsolos hayru havah iyi bir adam tavrıyla

- Buyrunuz efendim, dedi.

- Teşekkür ederim. İtiraf edeyim ki maksadı ziyaretim bu haydut hakkında sizden malumat veya muavenet istemekten ziyade hususi bir sebebe matuftur. Amerika’dan ta buraya kadar gelişime sebep benden bir kaç gün evvel Nevyork’tan hareket etmiş olan nişanlımı, sevgilimi bulmaktır.

Konsolos kendi kendine :

- Hay Allah müstehakını versin, kısmet buna çıktı ha ? .. ..diye

düşündü, ne yapalım başa gelmiş çekeceğiz. Deli herifi tevkif ettirmekten başka çare yok.

Konsolos bu tarz muhakemesinde kendi nokta-i nazarında haklı idi. Çünkü daha birkaç gün evvel İstanbul’daki İngiliz zabıta kuvvetleri reisi olan miralay (Maksvel) resmi hususi bütün müessesâta tebliğ ettiği bir tamim ile İstanbul’da ecnebi kisvesi altında “daul aşk, da el ta’zim” illetlerine müptela bir şahsın şuraya buraya müracaatından haberdar olduğunu ve bu adamın daima kendisini şöhreti alem-şumul bir mahiyet almış zevattan birisi diye takdim ederek muhayyel bir sevgilisinden bahsettiğini bildirmiş ve bu hastalıklarıyla pek tehlikeli bir şahıs olan delinin buraya müracaat ederse derhal tevkif edilerek İngiliz zabıtasına haber verilmesini emretmişti. Umumu beyanda bu tamimi almış ve okumuş olan Amerika konsolosu Şarlo’nun bu sözleri üzerine bir saniye bile şüphe etmemişti. Kendisini meşhur (Nik Partr)ın baş muavini ve o nispette meşhur olan (Şarlo) ismiyle takdim ve derhal bilmukaddema nişanlısından bahseden bu şahıs muhakkak miralay (Maksvel)in tamiminde bahsettiği deli olacaktı.

Şarlo sözünü bitirince konsolos ayağa kalktı.

- Ya öyle mi? Demek nişanlınızı arıyorsunuz ha? Dedi, çok güzel efendim, yalnız bana bir dakika müsaade ediniz, hususi odama kadar gireyim, zannederim nişanlınızın adresi orada olacaktı. Şimdi bulur getiririm.

Hiçbir şeyden şüphelenmek aklına bile gelmeyen Şarlo makam teşekkürde eğildi, konsolos masanın arkasından dolaşmak suretiyle muhterizâne dışarıya çıktı. Polis hafiyesininin ağzı kulaklarına varıyordu. Demek azami yarım saat sonra nişanlısını bulacak, sevgili bir tanecik Mis (Rod) unu kolları arasında sıkacaktı. Ooh ne saadet ! ne saadet ! ..

Şarlo mülahazasının bu noktasında iken birden bire arkasından bir kaç kuvvetli kolun birden vücudunu sararak tazyik ettiğini hisetti. Daha bir lakırdı bile söylemeye, bağırıp çağırmaya imkan kalmadan dışarı sürüklenmiş, en alt katta mahzen gibi bir odaya hapsedilmişti.

Bu ani felaket, bu gayrı muntazır zorba nereden geliyordu ? Ne yapmıştı ki daha Türkiye toprağına ayak basar basmaz tevkif ediliyor, hem de bu hal kendisini en ziyade himaye etmesi iktiza eden Amerika konsoloshanesinde vuku buluyordu.

Aradan iki üç saat geçmemişti ki mahpus bulunduğu odanın kapısı açıldı. Kıyafetlerinden ve lisanlarından İngiliz askerleri olduğu anlaşılan beş altı nefer içeri girdiler. Şarlo’nun bütün itirazlarına ve mümânaatina rağmen bileklerine kelepçe geçirerek sürüklediler.

Konsoloshane kapısının önünde kapalı bir hastahane otomobili duruyordu. Ne olduğunu neye uğradığını hala anlamayan Şarlo’yu bunun içine attılar.

Otomobil hareket etti. Pek az sonra İstanbul işgalinde meş’um bir rol oynayan (Arapyan) hanına gelmiş, biçare polis hafiyesi aynı vaziyette, kendisinden bir sual bile sorulmaksızın en alt kaltta henüz, berbat bir odaya tıkılmıştı.

Şarlo bu odada hayatının en feci üç gününü geçirdi. Bu müddet zarfında yirmi dört saatte bir yanına uğrayan gardiyandan kendisine dael aşk, da el ta’zime müptela bir deli gibi bakıldığını, hakiki Şarlo olduğuna kimesinin inanmak hatırına bile gelmediğini, ilk fırsatta Üsküdar’daki toptaşı tımarhanesine sevki mukarrer olduğunu öğrenmişti.

Artık bu defa hiç bir ümit halâs kalmamıştı. Deli olmadığını, hakiki Şarlo olduğunu ne kadar iddia etse kimse kendisine inanmayacak, deli olmadığını iddia ettikçe deliliğine hükmedilecekti. Kendisini kimsenin tanımak ve himaye etmek ihtimali olmayan Türkiye’de onu kim kurtaracak nereden bulup da meydana çıkaracaktı? Hiç şüphe yok (Toptaşı) denilen bu deliler diyarında deliler içinde meyus ve kimsesiz ölmeye, sürünmeye mahkumdu.

Güzel, letafetine doyulmaz bir bahar sabahı idi. Mis (Rod) o sabah yatağından kalkar kalmaz boğaz içinde bir gezinti yapmaya karar vermişti. İstanbul’daki bütün işlerini bitirmiş, müteveffa halasından kendisine intikal eden on bin dolar gibi bir meblağı osmanlı bankasına yatırarak Nevyork’a te’diye edilmek üzere bir çek almıştı. Artık bütün işi dört gün sonra hareket edecek olan vapura intizardan ibaretti. Arada bir şimdi Nevyork’un kimbilir neresinde ne işle meşgul olduğuna hükmettiği (Şarlo)yu hatırladıkça gözleri sulanıyor, burada bu hülyalara aşklar memleketinde mahiyetinin güzelliğinden beraberce istifade etmek için önünde yanında olmamasına teessüfler ediyordu. Fakat ne çare... Şarlo Fas’ta Atlas dağlarında nasıl içini çeke çeke yalnız dolaştı ise o da öyle yapacak, yalnız gezecekti.

Süratle giyindi. Artık İstanbul hayatına alışmış gibi idi. Bir otomobil getirtti, atladı. Köprüde otomobilden inip de biletini aldıktan sonra vapura girdi. Tarifelerden bihaber olduğu için biraz geç kalmış, Boğaziçi vapuruna güç bela yetişmişti. Hemen aynı zamanda iskele alındı, vapur tiz bir düdüğü müteakip hareket etti.

Acemiliği hala üstünde idi. Birinci mevkiye gidiyorum zehabıyla yürüdü, vapurun baş tarafına geldi. Burası her sınıftan halk ile hıncahınç dolu idi. Birinci mevkii aramak için tam geri döneceği zaman birden bire olduğu yerde yıldırımla vurulmuş gibi kaldı. Dizleri titriyor, kalbi şimdiye kadar belki hayatında hiç şahit olmadığı bir şiddetle çarpıyordu. Gözlerini olanca kuvvetiyle açmış anlaşılmaz, tarifsiz ve nihayetsiz bir hayretle bir noktaya dikmişti. Yarabbi mümkün mü idi ? Nişanlısını şu dakikada kendisinden binlerce mil uzakta farzederken işte karşısında görüyordu. Fakat kabil değildi. Muhakkak benzetiyordu. Nevyork’ta bıraktığı Şarlo nasıl olur da... burada Türkiye’de bulunabilirdi ? Mutlaka aldanıyor, bir galat-ı hisse kapılıyordu. Bir lahza gözlerini kapadı, oğuşturdu. Tekrar baktı. Hayır o idi. Bu zat Şarlo idi. Buna şüphe yoktu. Bir an için kalbinden ve bütün mevcudiyetinden taşan heyecan ve meserretle atılmak, nişanlısını kucaklamak istedi, bir adım attı. Fakat sonra dehşetle durdu. Evet gördüğü Şarlo idi fakat yalnız değildi. Şarlo, (Nik Partr)ın baş muavini Şarlo .. Ma’ruf polis hafiyesi Şarlo.. Nihayet sevgili nişanlısı o namus-u mücessem Şarlo iki İngiliz polis neferinin tahtı muhafazasında duruyor, ellerinde de kelepçe bulunuyordu. Bu ne demek oluyordu ? Şarlo ne diye İstanbul’a gelmiş ve bahusus tevkif edilmişti ?

Şarlo her şeyden... dünyada uğruna hayatını fedaya amade olduğu nişanlısının iki adım ötede kendisine baktığından bihaber ... dalgın ve meyus denize bakıyor, bu yabancı memleketteki feci akıbetini düşünüyordu.Mis Rod ileri attığı adımını geri aldı, arkasına döndü. Düşünmeye başladı. Şimdi hemen Şarlo’nun yanına gitmek işten bile değildi. Fakat bu beyhude isti’cal neye yarayacaktı. Evvel emirde herkesin nazar-ı dikkatini celbedecekti. Saniyen pek tabii olarak nişanlısını neferlerin elinden alamayacaktı. Bahusus bu hal Şarlo’yu da lüzumsuz yere üzmüş, mahcup etmiş olacaktı. En iyisi takip etmekti. Arkalarından gidecek, İngiliz neferlerinin nişanlısını teslim ettikleri mahalli öğrenecek ve sonra sefir vasıtasıyla ve yahut bizzat teşebbüste bulunacaktı. Genç kız bir defa bu kararı verince oradan uzaklaştı, vapurun tenha bir mahallinden görünmeksizin Şarlo’yu tarassuda başladı.

Vapur Üsküdar iskelesine yanaşır yanaşmaz İngiliz neferleri Şarlo ortalarında olduğu halde çıktılar. Mis Rod bir saniye tereddüt etmeden arkalarından çıktı. Takibe başladı.

Neferler biraz ileride bir araba çevirmiş, Şarlo’yu içine atmışlardı. Mis Rod ikinci bir arabaya atladı. Şarlo’nun bulunduğu arabayı göstererek takip etmesini arabacıya işaretle anlattı.

Yirmi dakika sonra Şarlo Toptaşı Tımarhanesinden içeri giriyordu.

Genç kız bir çer yek kadar bekledi. İngiliz neferleri biçare Şarlo’yu hastahane müdüriyetine teslim ettikten sonra çıkmışlardı peşlerinden ayrılmadı. Biraz ötede yol sormak bahanesiyle yanlarına sokuldu. Neferler Üsküdar’ın tenha mahallelerinde kendi arkalarından güzel bir kadına tesadüf ettiklerinden memnun. .. Ona istedikleri izahatı verdiler ve arz-ı hürmetle iskeleye beraber gitmeyi teklif ettiler.

Üsküdar iskelesinden neferlerle birlikte köprüye çıktığı zaman Mis (Rod) muhtaç olduğu bütün malumatı edinmiş, Şarlo’nun ne şekilde tevkif edilerek biraz evvel götürüldüğü mahalle niçin nakledildiğini öğrenmiş bulunuyordu bir saniye fevt etmeksizin otomobile atladı. Amerika sefarethanesine giderek doğru sefirin huzuruna çıktı.

Sefir vakıayı öğrenince hayretinden dona kalmıştı. Derhal telefonla evvel emirde Miralay (Maksvel) i pek az sonra da Toptaşı Tımarhanesi sertabibini buldurdu. İki saat sonra kendisine hürmetle muamele edilen Şarlo Beyoğlu’na getirilerek doğrudan doğruya Amerika sefirine teslim edilmişti.

Zavallı Şarlo hal vaziyeti anlamamıştı. Sefirin bulunduğu salona girdiğinde orada bir aydır peşinde koştuğu sevgili Mis (Rod) u görünce bir lahzada hepsini anladı, ve ağlaya ağlaya sevgilisinin kucağına düştü.

“Şarlo İstanbul’da” nın sonu

Kategori: Öyküler

Yorum yaz
mode_edit