Bazı hikâyeler çözülmek için değil, anlaşılmak için anlatılır.
Bir sabah, İstanbul’un sıradan gürültüsü içinde bir ölüm fark edilir. Ne dramatik bir sahne vardır ne de kolay bir açıklama. Geriye kalan tek şey, yarım kalmış bir hayat ve adını bir müzik makamından alan tuhaf bir iz: Buselik. Bu kelime, soruşturmanın sessiz merkezine yerleşir.
Dosya ilerledikçe olay, tek bir ana değil; yıllara yayılan
suskunluklara bağlanır. Konuşmayan tanıklar, eksik hatıralar ve bilinçli unutmalar… Her şey yerli yerinde görünür, ama hiçbir şey tamamlanmış değildir. Cinayet, bir anın değil, uzun bir iç çöküşün sonucudur.
Soruşturmayı yürüten komiser için bu dava, delillerden çok sezgilerle ilerler. Çünkü burada gerçek, yüksek sesle ortaya çıkmaz; bekler. Tıpkı bir makam gibi, zamanını kollayarak açılır.
Buselik Makamı Cinayeti, müziğin dingin diliyle insan
ruhunun karanlığını buluşturan, ağırbaşlı bir polisiye
romanıdır.
Okurunu hızla sürüklemez; durdurur, dinletir ve sonunda yüzleştirir.